4 Mayıs 2018
Sayı: KB 2018/18

Tek çıkış yolu devrimci sınıf hareketi
Saray çetesi yönetemiyor, burjuva muhalefet aciz!
İstanbul’da 1 Mayıs coşkusu: Yaşasın 1 Mayıs!
İzmir’de on binler 1 Mayıs’ta Gündoğdu’daydı
Ankara’da baskı ve engellere rağmen kitlesel 1 Mayıs
Gebze’de 1 Mayıs
Bursa’da 1 Mayıs mitingi: Güzel günler göreceğiz!
Kayseri’de coşkulu ve sınıfın damgasını vurduğu 1 Mayıs!
Türkiye’de her yer 1 Mayıs!
Kürdistan’da 1 Mayıs kutlamaları
Devrimci miras yaşatmak, daha ileriye taşımakla mümkündür!
Avrupa’da kitlesel 1 Mayıs kutlamaları
Dünyanın dört bir yanında 1 Mayıs!
Almanya’da işyeri işçi temsilcilikleri seçimleri
“Üniversiteme dokunma” eylemleri üzerine...
Denizler’in yolu devrime çıkar!
Bataklık
Dünyanın en güzel serçesi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dünyanın en güzel serçesi

 

O gün de sıradan bir gündü. Dışarıda hafiften yağmur vardı. Arkadaşları televizyon izliyordu. O ise vaktini kitap okuyarak değerlendirmeyi tercih etmişti. Arkadaşlarını televizyon karşısında bırakıp üst kattaki odasına çıktı. Annesinin gönderdiği kırmızı ve yeşil tonlardaki şalın örtü görevi üstlendiği masasına oturdu. Kitabın ayracına elini atmıştı ki hafif aralık olan pencerenin önünde kendisinden ürkerek köşeye gizlenen serçeyi fark etti. Fakat minik serçeyi rahatsız etmek istemedi. Arada sırada yaptığı gibi kitabını koridorda yürüyerek okumaya karar verdi. Kitabını ve kurşun kalemini usulcacık aldı, koridora çıktı.

Kalemi saçının topuzuna taktı. Gülümsedi. Bir süredir nesneleri kullanım amaçlarının dışında değerlendirmeyi öğrenmişti. Şimdi, saç topuzu kalemlik oluvermişti. Heykel gibi donmaktan iyidir, diye düşündü. Geçen gün de penceresinin önüne bir kumru konmuştu. Kumruyu uzun uzadıya izleyebilmek için yaklaşık 10 dakika boyunca kıpırtısız oturmuştu masasında. Bugünlük de varsın böyle olsundu.

Bir ileri bir geri yürüyerek okumaya koyuldu. Ta ki arkasında duyduğu hışırtıya kadar... Önce rüzgâr sandı. Dönüp odasına bir göz attı. Kuruttuğu limon kabuklarından yaptığı süs, pencerenin kulpunda sallanıyordu. Mektupları ve notları da yerlerdeydi. Toplayıp masanın üzerine düzgünce yerleştirdi. Yağmur hızlanmıştı. Pencereyi kapattı. Serçeyi çoktan unutmuştu. Alışkanlıkla tekrar döndü koridora. Kitabını okumaya henüz başlamıştı ki bu defa koridorun penceresinden yükseldi ses. Parmağını kitabın arasına koyarak yavaşça yaklaştı pencereye. Pencereye yanaşması ile nereden çıktığını bilemediği serçe havalanıverdi. Alçak tavana çarparak uçmaya çalışan serçe arkada, elindeki kitabı bir kenara fırlatarak avaz avaz aşağı kata koşan Selma önde...

Böylece başladı gümbürtü ve şamata. Aşağıda televizyon karşısındaki üç kadın, Selma’nın çığlıklarına ayağa kalkmışlardı bile. Üst katın merdivenlerinden ikişer üçer inen Selma’yı, arkasından da fırtına gibi aşağı süzülen kuşu görünce onlar da çığlığı bastılar. Ama onların çığlığının tonunda korku değil, neşe vardı. Son basamaklarda kıçının üzerine düşen Selma da gülmeye başladı. Önündeki manzara da gülünmeyecek gibi değildi. Derya ve Ayşe kuşu yakalamak için koşturup duruyorlardı. Selma da koşuşturmaya katıldı. Yaşça biraz daha büyük olan Yeşim kenarda duruyor, kendisini korumaya çalışıyordu. Devrilen sandalyeler, son anda eğilen başlar, birbirine çarpan kadınlar... “Orada, kitaplığın üstünde!” diye koordinat verenler, “Eğil!” diyerek uyaranlar…

Kadınlar soluk soluğa kalmışlardı. Kaçınılmaz son yaklaşık yarım saatlik çetin bir mücadelenin sonunda gelivermişti. Minik serçe teslim olmamış, direnmişti ancak yine de Ayşe’nin elinden kurtulamamıştı.

Ayşe’nin etrafını sarmışlardı. Avuçtan avuca dolaşıyordu minik serçe. Serçenin yürek atışları avuçlarda hissediliyordu. Minik serçe tek tek öpücüklere boğuldu, okşandı, sevildi. Ne kadar da güzel tüyleri vardı. Acaba kovalamacada bir yerine bir şey olmuş muydu? Gagası ne de güzeldi. Yok, hayır gözleri daha güzel idi. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Kadınlar ilk defa bir serçe görüyormuşçasına kuşu inceliyor, birbirlerine laf atıp eğleniyorlardı. Bir konuda hem fikirlerdi, ki o da bu serçenin dünyanın en güzel serçesi olduğuydu.

Yeşim’in “Artık yeter” diyen sesi duyulmasa serçenin özgürlüğüne kavuşması daha da uzayacaktı. Yağmur dinmişti. Selma, Derya’nın açtığı pencerenin kenarına serçeyi yavaşça bıraktı. Minik serçe dışarıya kısa bir uçuş yapıp kondu. Kuşu daha fazla korkutmamak için pencereyi kapatıp cama suratlarını yapıştırmışlardı, elleriyle gözlerinin kenarlarını kapatarak karanlığa meydan okuyorlardı. Kısa boylu olan Derya’yla Ayşe iki büklüm camın alt kısmında Selma’yla Yeşim ise parmaklarının ucunda üst tarafta sessizce kuşu izliyorlardı. Konduğu yerde hareketsiz duran kuş bir süre sonra uçup gitmişti bile. Kadınlar ise o rahatsız pozisyonda kuşun ardından bakmaya devam ediyorlardı. Ne ağrıyan bacakları ne de uyuşan kolları umurlarındaydı. Her biri ayrı diyarlara uçmuştu sanki. Ama gerçekte dünyanın en güzel serçesi uçup gitmiş, onlar da arkasından öylece bakakalmışlardı. Bu gerçeğin sessizliği idi. Derin, acı bir sessizlikti havada asılı kalan. Kimsenin bozmaya cesaret edemediği…

Önce bir mikrofon hışırtısı duyuldu. Ardından ise beyaz ve soğuk duvarlara çarparak yankılanan, günde iki defa duymaya alıştıkları o boğuk ve mekanik ses art arda tekrarladı:

“Tüm tutuklu ve hükümlülerin dikkatine! Tüm tutuklu ve hükümlülerin dikkatine! Akşam sayımı için, ortak alanda toplanınız!”

Tekrar bir mikrofon hışırtısı ile sonlanan anons, genç kadınları koğuşa geri getirmişti. Hepsinin aklında okşanan, sevilen ve şimdi bir o kadar kıskanılan dünyanın en güzel serçesi vardı.

Siyasi mahkumlar olarak sayım vermedikleri için anonsun sessizliği bozmak dışında bir etkisi olmamıştı. Kuşun tüyleri, gagası, gözleri üzerine sohbetler ediliyordu artık. Nasıl da uçuştuğundan ne kadar korktuğuna kadar konuşulabilecek her şeyi bir çırpıda konuşuyor, gülüyorlardı. Gülüşmelerin ardına gizlenen hüzün hepsini sarmalamıştı. Bu istemsizce başvurdukları bir korunma yöntemiydi onlar için. Herkes bir iş buluverdi odasında. Televizyon kapandı ve anonsun aksine kadınların “salon” dedikleri ortak alan boşaldı.

Koğuş yedi kişilikti. Kapı kolunun olmadığı kapılarla birbirinden ayrılmış olan, kadınların “oda” demeyi tercih ettikleri üç hücre aşağıda, dört hücre ise üst kattaydı. Selma koğuşa sonradan geldiğinden üst katta tek başına kalıyordu. Diğer üç hücre kilitliydi. Salonda yalnız kalan Selma merdivenleri ağır ağır çıkarak hücresine gitti. Koridorun ortasına fırlattığı kitabını da aldı. Kalemi saçından çıkarıp kitapla birlikte yatağın üzerine fırlattı. Topuzu çözülmüş, saçları omuzlarına dağılmıştı. Penceresini açmadan önce limon kabukları ile oynadı. Pencereyi açtığında ise yoğun toprak kokusunu içine çekti. Belli ki yakınlarda bir toprak parçası vardı. Toprağı özlediğini fark etti. Toprakta yürümek ve toza bulanmak ne kadar da güzel bir ayrıcalıktı artık. Kafasını demir parmaklıklara dayadı. Karşı çatı, hapishanenin koca ışıkları ile aydınlanmıştı. İki voleybol topu çatının dikenli tellerine sıkışmıştı. Gözleri toplardan parmaklıklarla bölünmüş dolunaya kaydı. Avlu güneş batınca kilitleniyordu. Kafasını kaldırdığında uçsuz bucaksız karanlık gökyüzünü görmeyeli çok olmuştu. Demir parmaklıklarla bölünemeyen dolunayı da! Az önceki cümbüşü hatırlayarak gülümsedi. Yüzünü dahi görmediği bir mahpusun çaldığı bağlamanın sesi duyuluyordu yan koğuştan. Derin bir iç çekti. Eylemlerde haykırdığı bir sloganı hatırladı: “İçeride dışarıda hücreleri parçala!”

İçeride ne kadar özgürse dışarıda da o kadar tutsak olduğunu düşündü. İçeride dahi bir nevi özgürdü. Tıpkı dışarıda bir parça tutsak olduğu gibi… Heyhat, demir parmaklıklar her yerdeydi…

Aşağıda ise demir sürgünün yankılanan sesi duyuldu. Kilidin içinde dönen anahtarın sesini dinledi Selma. Ardından ise açılan demir kapının korkunç gürültüsünü ve içeri doluşan postal seslerini...

Gardiyanlar gelmişti, sayım tamdı. Dört kadın koğuştaydı. Ama gardiyanlar; umudun, hayallerin, özlemin ve içten selamların dünyanın en güzel serçesinin kanatlarına yüklenerek firar ettiklerini fark edememişlerdi. İnsan bedenden ibaret değildi.

Küçükçekmece’den bir sınıf devrimcisi

 
§